Irkçılık doğuştan mı gelir, yoksa psikolojik bir rahatsızlık mı?

Avrupa ve Avustralya’da son yıllarda yapılan araştırmalar, ırkçılıkla karşılaşan insan sayısında artış olduğunu ortaya koydu. ABD ve Birleşik Krallık’tan gelen raporlar da bu tezi destekler nitelikte. Peki ırkçılık doğuştan mı gelir, yoksa psikolojik bir bozukluk mu?

Bazı bilim insanları, ırkçılığın insanın evrimsel geçmişinden gelen doğal bir eğilim olduğunu savunuyor. Evrimsel psikolog Pascal Boyer’e göre, ırkçılık “etkili bir ekonomik stratejinin sonucu.”
Boyer, bu stratejinin başka grupları daha düşük statüde tutarak kaynakları paylaşmaktan kaçınmayı sağladığını öne sürüyor. Yani atalarımızın, hayatta kalma şanslarını düşürme pahasına başkalarıyla kaynak paylaşması mantıklı değildi.
Başka bir teoriye göre ise, ırkçılık zaman ve enerjiden tasarruf etme amacıyla gelişmiş olabilir. Farklı etnik gruplarla etkileşim ya da eşleşme, sosyal normların farklılığı nedeniyle daha fazla uyum çabası gerektiriyordu. Bu da insanları, “dış gruplarla maliyetli etkileşimlerden kaçınmak” için onları farklı türler gibi algılamaya itmiş olabilir.
Ancak bazı uzmanlar bu evrimsel teorilere temkinli yaklaşıyor. İnsanlık tarihinin erken dönemlerine dair veriler, küçük nüfuslar ve bol kaynaklar nedeniyle yiyecek ya da su konusunda paylaşım dışlama gereksiniminin olmadığını gösteriyor. Ayrıca, antropolojik veriler, tarih öncesi insan topluluklarının birbirinden kaçınmak yerine sık sık karıştığını, evlilik yaptığını ve grup üyeliklerinin değişken olduğunu ortaya koyuyor. Savaşların son derece nadir olması ve belirgin bir bölge savunmasının olmaması da bu görüşü destekliyor.
Psikoloji alanındaki çalışmalar, önyargılar ile zayıf psikolojik dayanıklılık arasında bir bağlantı olduğunu ortaya koyuyor. Güvensizlik, saldırganlık ve sağlıksız sosyal ilişkilerle bağlantılı bu durumların çoğu, travmatik ya da güvensiz bir çocukluk dönemine dayanabiliyor. Başka araştırmalar da, zorlu dönemlerde insanların daha fazla önyargılı hale geldiğini ve ırkçılıkla kaygı arasında doğrudan bir bağ bulunduğunu gösteriyor.
Genel olarak, insanlar kendilerini güvensiz hissettiklerinde ulusal ya da etnik kimliklerine daha fazla bağlanma eğilimi gösteriyor. Bu kimlik aidiyeti, kişinin benlik saygısını ve kimlik duygusunu güçlendirerek kaygı ve belirsizlikle başa çıkmasına yardımcı oluyor.
Irkçılığı besleyen sosyal ve ekonomik faktörler elbette önemli. Ancak araştırmalar, ırkçılığın büyük ölçüde psikolojik bir savunma mekanizması olduğunu gösteriyor: Bireyin içsel güvensizlikleri ve kaygıları, onu bir gruba aidiyet aramaya ve diğer grupları dışlamaya itiyor.
Bu yaklaşıma göre ırkçılık, psikolojik sağlıksızlığın bir belirtisi. Sağlıklı bir kimlik duygusuna ve içsel güvene sahip bireyler genellikle ırkçı olmuyor. Çünkü benliklerini dış gruplarla rekabet içinde tanımlamaya ihtiyaç duymuyorlar.
Psychology Today’de yer alan haberde, ,”Irkçılık insan doğasının bir parçası değil, bir sapmadır” ifadeleri yer alıyor. Dahası, “ırk” kavramı bilimsel temelden yoksundur. Genetik ya da biyolojik olarak insanları “ırklara” ayırmak mümkün değildir. Tüm insanlar Afrika’dan köken alır ve zamanla farklı iklim ve çevrelere uyum sağladıkça fiziksel farklılıklar geliştirmiştir.

Door Haluk