
Araştırmalar, korku filmlerinin yalnızca heyecan yaratmakla kalmayıp zihinsel olarak sakinleştirici bir etki de sunabildiğini gösteriyor. Güvenli bir ortamda deneyimlenen korku, beynin gerçek hayattaki belirsizliklere karşı dayanıklılık geliştirmesine yardımcı oluyor.
Korku filmleri yalnızca kalp atışlarını hızlandırmakla kalmıyor, zihin üzerinde sakinleştirici bir etki de yaratabiliyor.
Yapılan araştırmalar, korku hissinin güvenli bir ortamda deneyimlenmesinin, gerçek hayattaki kaygı ve belirsizliklerle başa çıkmada insanlara yardımcı olabileceğini ortaya koyuyor.
İnsanların korkutucu sahneleri izlemekten kendini alamaması, yüzyıllardır filozofların ve psikologların dikkatini çeken bir gizem olarak varlığını sürdürüyor.
BBC televizyonuna konuşan Avustralya’daki Monash Üniversitesi ve Toronto Üniversitesinde görev yapan araştırmacı Mark Miller, bunu “korkunun paradoksu” olarak tanımladı.
Miller, “Aristoteles bile tehlikeli ve tiksindirici şeylerden kaçınmaya eğilimli olduğumuzu ama yine de onlara karşı bir çekim hissettiğimizi söylüyor” diye konuştu.
Bilim insanları, bu çelişkinin beynin belirsizlikle baş etme biçimiyle ilgili olduğunu düşünüyor.
Buna göre korku filmleri, tehlikeli bir durumun simülasyonunu sunarak beynin olası tehditlere nasıl tepki vereceğini prova etmesine olanak tanıyor.
Bu prova, kişinin gelecekteki stresli durumlar karşısında daha dayanıklı olma becerisi kazanmasını sağlayabiliyor.
HAYATTA KALMA PROVASI OLARAK KORKU
Öte yandan Arizona Eyalet Üniversitesinden psikolog Coltan Scrivner ise korkuya duyulan bu ilgiyi “morbid merak” olarak adlandırıyor.
Scrivner, 4 bin yıl önce yazılmış Gılgamış Destanı’ndan bu yana korku hikâyelerinin insan kültürünün ayrılmaz bir parçası olduğunu belirtiyor ve bu hikâyeler, hayatta kalma becerilerini geliştiren bir tür oyun işlevi görüyor.
Scrivner’ın yaptığı araştırmalar, insanların korku filmlerini üç temel motivasyonla izlediğini ortaya koyuyor.
Bunlardan ilki olan “adrenalin tutkunları”, korkunun yarattığı bedensel tepkiden zevk alıyor.
İkinci grup olan “beyaz yumruklular”, korkunun üstesinden gelmenin verdiği güç hissini arıyor.
“Karanlıkla başa çıkanlar” olarak adlandırılan üçüncü grup ise korkuyu, dünyadaki şiddet ve tehlikeleri anlamanın bir yolu olarak görüyor. Bu son grup için korku filmleri, kaygı ve depresyonla baş etmede bir tür zihinsel prova niteliği taşıyor.
Scrivner, aynı eğilimlerin Danimarka’nın Vejle kentindeki Dystopia adlı korku evinde yapılan saha çalışmasında da gözlemlendiğini ifade ediyor. Bununla birlikte, pandeminin en yoğun döneminde yapılan bir başka çalışmada, korku filmi sevenlerin endişeyle baş etme konusunda daha dayanıklı olduğu sonucuna ulaşıldı.
BEYİN İÇİN GÜVENLİ BİR TEHDİT SİMÜLASYONU
Mark Miller’, beynin sürekli olarak çevreyi tahmin etmeye ve olası sonuçlara göre davranmaya çalışan bir “öngörü motoru” gibi çalıştığına dikkat çekiyor.
Korku hikâyeleri, bu tahmin mekanizmasını geliştirmek için ideal bir ortam sağlıyor.
Miller, “Korkunun tam kıvamında olduğu o tatlı noktada kalmak, beynin gelecekteki belirsizliklere daha iyi hazırlanmasını sağlıyor” dedi. Bu süreçte korku, bir öğrenme aracına dönüşüyor.
Film izlerken yaşanan stres gerçek bir tehlike içermediği için kişi, korkusunu kontrollü biçimde deneyimliyor.
İzleyici, filmi durdurmak, uzaklaşmak ya da gözlerini kapamak gibi yöntemlerle süreci yönetebiliyor ve böylece beyin, korku tepkilerini yeniden ayarlıyor.
KAYGIYLA BAŞA ÇIKMADA KORKUNUN ROLÜ
Öte yandan Coltan Scrivner, korku hikâyelerinin terapötik bir potansiyeli olabileceğini de savunuyor.
Korku, kişinin kendi korkularıyla yüzleşmesine ve duygularını düzenleme becerisini geliştirmesine yardımcı olabiliyor. Hollanda’da geliştirilen MindLight adlı video oyununda bu yöntem başarıyla uygulanıyor.
Oyunda, oyuncuların sakin kalma düzeyi, kontrol ettikleri karakterin önündeki ışığın parlaklığını belirliyor.
Yapılan klinik deneylerde, bu oyunu oynayan çocukların kaygı düzeylerinde düşüş gözlemlendi.
Scrivner, benzer bir biçimde korku filmlerinin de güvenli bir ortamda korkuyla baş etmeyi öğreterek günlük yaşam kaygılarını hafifletebileceğini düşünüyor.
Scrivner, “Korku, kontrollü bir ortamda duygusal dayanıklılığın provasını yapma fırsatı sunar” diye ekledi.
KORKUDAN HUZURA GİDEN YOL
Korku filmlerini izlemekten hoşlanmayanlar için Scrivner, başlangıçta kitapların daha uygun bir seçenek olabileceğini öneriyor. Yazılı anlatılar, okuyucunun hayal gücünü kontrol etmesine daha fazla olanak tanıyor.
Ayrıca, korkunun pek çok alt türü bulunduğundan, kişisel ilgi alanlarına hitap eden hikâyeler bulmak da mümkün.
Sonuç olarak bir korku filmini izlemek, yalnızca ürkütücü bir deneyim değil, aynı zamanda insan zihninin karmaşık doğasını anlamaya yönelik bir egzersiz olarak öne çıkıyor.
Korkunun kalp atışlarını hızlandırırken aynı anda zihni sakinleştirebilmesi, insan beyninin çelişkilerle nasıl başa çıktığını gösteriyor.
Bu nedenle korkuya yaklaşmanın en sağlıklı yollarından biri, onu kontrol altına alarak kendi lehimize kullanmak olabilir.