Rusya’nın Kızıl Ordusu 80 yıl önce, 27 Ocak 1945’te, Polonya’daki Auschwitz-Birkenau’nun kapılarından girerek toplama kampını dağıttı. Ölüm kampında çoğu Yahudi 1 milyon kişiyi öldüren Nazi Almanyası’ndan kurtulan birkaç bin kişi o günleri hiç unutmadı.
80 yıl önce, 27 Ocak 1945’te, Rusya’nın Kızıl Ordusu, Polonya’daki Auschwitz-Birkenau’nun kapılarından girdi. Kızıl Ordu askerleri, çoğu Yahudi olmak üzere 1 milyondan fazla insanın öldürüldüğü toplama kampının dehşetini ilk keşfedenler oldu.
Askerler, Nazi askerlerinin (SS) işledikleri tüm suçların tüm izlerini silmeye çalıştıkları toplama kampında hayatta kalan sadece birkaç bin kişi buldu.
İtalyan esir Primo Levi, “Ateşkes” adlı Holokost anı kitabında, Auschwitz-Birkenau toplama kampı kurtarıldığında Kızıl Ordu askerleriyle ilk temasını anlattı.
Levi, “İlk Rus devriyesi 27 Ocak 1945 günü öğlen saatlerinde kampın yakınına geldi” diye yazmıştı.
Devamında şu ifadeleri kullandı: “Kampın sınırlarını belirleyen yol boyunca ilerleyen atlı dört genç askerdi bunlar, sten-gun’larını (hafif makineli silah) dikkatle tutuyorlardı. Dikenli tellere ulaştıklarında durup baktılar, birkaç ürkek kelime konuştular ve etrafa saçılmış cesetlere, yıkılmış kulübelere ve hâlâ hayatta olan biz birkaç kişiye garip bir şekilde mahcup bakışlar fırlattılar.”
Şubat 1944’ten beri, geniş toplama kampı arazisinde bulunan üç kamptan biri olan Monowitz’de hapsedilen Levi, o zamandan beri Nazi vahşetinin sembolü haline gelen bir yeri gördüklerinde erkeklerin tedirginliğine tanık oldu.
Levi, “Bizi ne selamladılar ne de gülümsediler; sadece merhametin değil, dudaklarını mühürleyen ve gözlerini cenaze sahnesine bağlayan şaşkın bir kısıtlamanın baskısı altında gibiydiler” dedi.
27 Ocak 1945’te bu Sovyet askerleri hayal bile edilemeyecek bir şeye tanık oldular.
France24’e konuşan Holokost uzmanı tarihçi Alexandre Bande, “Onlar birinci Ukrayna cephesinden gelen birliklerdi. Kızıl Ordu bu bölgeye tesadüfen rastladı. Auschwitz’e girmek bir savaş hedefi değildi. Birbiri ardına toplama kampları keşfeden bu insanların şaşkınlığını tahmin edebilirsiniz” dedi.
Bande “Bu alanda yaşananlar insanların zihninde öylesine derin bir iz bıraktı ki tarihçiler, halk ve görgü tanıkları daha sonra yaşananlardan ziyade (kurtuluş) sırasında neler olduğuyla daha çok ilgilendi” diye konuştu.
Ocak ayının sonundaki kurtuluş sabahı Sovyet askerleri Alman birliklerinin şiddetli direnişiyle karşılaştı. Kampın dış mahallelerinde yoğun çatışmalar yaşandı.
Kızıl Ordu, düşman askerlerini etkisiz hale getirdikten sonra hayatta kalan bir avuç insan buldu. Sayıları yaklaşık 7 bin ile 8 bin arasındaydı.
Bande, “Bunlar çoğunlukla taşınamayacak kadar aciz olduğu düşünülen erkekler, kadınlar ve çocuklardı” dedi.
Sadece birkaç gün önce, 17 Ocak’ta Almanlar Auschwitz-Birkenau’yu tahliye etmeye başlamıştı. Hitler hiçbir mahkûmun canlı olarak düşman eline geçmemesini emretmişti. Yaklaşık 60 bin kişi kışın ortasında paçavralar içinde yollara sürüklendi ve kötü şöhretli ölüm yürüyüşleri olarak bilinen batıya doğru yola çıktı.
67 numaralı konvoyla sınır dışı edilen Raphael Esrail, 2020’de France24’e şunları söylemişti: “500 kişilik kollar halinde yola çıktık. Neredeyse üç gün üç gece boyunca yürüdük.”
Esrail, “En unutamadığım şey, yol kenarında ölmüş olan kadın ve erkekler. Bir SS tarafından başlarından vurulmuşlardı ya da saatlerce yalınayak yürümek zorunda kalmışlardı. Sanki dua eder gibi düşmüşlerdi, bacakları donmuştu” diyerek Gross-Rosen kampına transferini anlattı.
Aynı konvoyda bulunan ve Ravensbrück kampına tahliye edilen bir mahkum olan Lea Schwartzmann da 2016 yılında verdiği bir röportajda şunları anlattı: “Bunu hiç beklemiyordum. Ölüm yürüyüşleri çok üzücüydü. Kar kanla kırmızıya boyanmıştı. Her 50 metrede bir SS’ler tarafından kuşatılıyorduk.”
Mahkumları ölüm yürüyüşlerine sürüklemeden önce SS’ler işledikleri suçlara dair mümkün olduğunca çok kanıtı yok etmeye çalıştı.
Nazi yetkilileri 1944 sonbaharı gibi erken bir tarihte Auschwitz-Birkenau’yu terk etmek için hazırlıklar yapıyordu. Kurbanların küllerini içeren çukurlar tasfiye edilirken, krematoryum ve gaz odaları yıkıldı. Ancak Sovyetler kampa girdiğinde, fiziksel kanıtların çoğu yerinde duruyordu.
Schwartzmann, “Saç dolu torbaların saklandığı barakalara vardıklarında bunların insan kalıntıları olduğunu anladılar. Ancak yüz binlerce insanın öldürüldüğü gerçeğini anlamaları biraz zaman aldı” dedi.
Vahşetin kanıtları Kızıl Ordu’ya bağlı fotoğrafçılar tarafından fotoğraflandı. Kışlalarda ölenleri, üst üste yığılmış cesetleri ve depodaki 40 bin çift gözlük ile 50 bin saç fırçasını fotoğrafladılar ya da filme aldılar.
Hayatta kalanlardan bazıları için kurtuluş acıları sona erdirmedi. Albert Grinholtz, 4 numaralı konvoyda sürgün edilmişti.
Grinholtz 1991’de şunları hatırlıyordu: “Açlık ve iskelete dönmüş bedenlerimiz karşısında şok olan askerler hemen bir el arabasında çorba hazırladılar.
Gözlerimi kapattığımda bu sahneyi hatırlıyorum, onca yoksunluk ve acıdan sonra gelen ilk besin. Bu kadar çok yiyeceğe dayanamayan yoldaşlarımız arasında çok sayıda kayba neden oldu, çok zengindi.”
Hayatta kalanların memleketlerine ya da ülkelerine dönmeleri haftalar, bazen aylar aldı.
Kurtuluşun ardından Auschwitz-Birkenau toplama kampı yeniden kullanılmaya başlandı.
Sovyetler, Alman savaş esirlerini ve işbirliği yaptığından şüphelenilen Polonyalıları burada hapsederken, yerel halk da yıkılan birçok barakayı arayıp kereste parçaları topladı.
Auschwitz’de eski kamp komutanı Rudolf Höss de dahil olmak üzere yargılamalar ve infazlar da yapıldı.